19 Eyl 2010

ELLERİ BAĞLI

Onu öylece alıp götürmek istiyorlardı... Sebep olarak gösterdikleri onun iyiliği(!) idi.... Bense iyiliğin(!!) benim yanımda olduğunu savunup duruyordum çaresizce. Onu bu hayat denen eziyet silsilesine atarak yaptığım(!) iyiliği hastane odalarında da sürdürmeliydim anneliğin tüm yapışkanlığıyla... O da bağımlılık hissediyordu çaresizce, anneyle çocuk arasında iki tarafı da çaresiz bırakan bu bağ, nedense taraflardan herhangi biri sahneden çekilse bile devam ediyor; nasıl bir bağsa bu sanki doğurmuyoruz, hiç çıkarmıyoruz sanki karnımızdan, hiç kesilmiyor göbek kordonu, hiç görünmüyor plasenta...

Anlattım gerçi; hemen kapının dışında, onu duyabileceğim yerde olduğumu, doktor amca ve hemşire ablaların iyileşsin(!) diye onu başka bir yere götürdüklerini... Kalbi 135 atan, solunumu 5 gündür bozuk bir vücuda anlattım aslında ben....

Sabahı zor ettik, zaten kapıdan zor ayırmışlardı beni, görüş dediler indik aşağıya, ben, baba, dayı bekliyoruz diğer bir sürü insan arasında... Ayrıcalığımız var çünkü bir ÖZGÜR'ün yakınlarıyız, öyle bakıyoruz kapıya, birazdan hepimiz gireceğiz içeri ve Özgür'ümüz bizi gülümseyerek karşılayacak çünkü gece yoğun bakım kapısındaki telefonu açan ses "iyi" dedi Özgür için...

İyi nedir? Siz iyi misiniz? Genelde diye soruyorum yani iyi misinizdir? Ben değilimdir mesela öyle görünmem zaten, anlar bakan bende bir arıza olduğunu zaten öyle görünmek gibi bir çabam da olmadığından ya hemen kaçar, uzaklaşır benden ya da himayesine almaya kalkar, pek ortası da olmaz bu işin...

Kapı açıldı... Yaklaşık on metre kare bodrum katında bekleyen yaklaşık otuz kişi yılığıverdi hemen ve kapıdan çıkanlar savruluverdi saniyesinde... Böyle zamanlarda yabancılaşıveririm ben sanki üç boyutlu bir film seyrediyormuşum gibi gelir... Asla olayın kahramanlarından olmam da sanki kamerayımdır nedense... Acı durur ama yerli yerinde gitmez yani hiçbir yere...

Neyse "Sadece bir kişi!" diye bağırıyorlardı, eşimin "hadi git!" diyerek arkamdan bakışını hatırlıyorum... Göremeyecek olmak onu çok burkmuştu ve eşimin o burkulmuş gözleri beni daha da burkmuştu... Girdim; bir adım atmadan durduruldum, bir şeyler gösterdiler "giy bunları!" diye ünledi biri, itaat ederek ama ettiğime de şaşarak giydim... En doğal hakkımı on dakikalığına vereceklerdi bana ne de olsa koyunlaştım. Koyunlaştığıma şaştım... Eski, yırtıcı Özlem neredeydi???? Bulamadım....

"Sola dön, sonra sağda karşıda!!!"

Buna da uydum... Gördüğüm şey beni çıldırtmadıysa daha da bana bir şeycik olmaz diye düşünüyorum hala...

Özgür elleri ve ayakları sargı bezleriyle yatağa bağlanmış halde baygın yatıyordu... Burnundan kan sızıyordu çünkü belli ki savaşmıştı ve beslenme hortumunu sokmaya çalışırlarken burnunun derisini yırtmışlardı... Hala izi var orada ve ben bazen bakınca hala....

"Burnumun direği sızladı" deyimini ciddiye alın derim hani gerçekten sızlıyor....

Ağzımdan çıkabilen "annecim!" di O "annecim" de neler var biliyor musunuz? Karşınızdaki 5 yaşında bir çocuk da olsa, tek kelimede milyonlarca soru ve umut saklı oluyor... Tahmin etmiyordum ama duydu! Anladım ki baygın değil sadece savaşmaktan yorulmuş.... Özgür de yorulabiliyormuş, elini uzatmaya kalktı bağı izin vermedi tabii... Ben uzandım hemen "DOKUNMAK YASAK!" diye bir ses duyabildim uydum tabi hemen....

Konuştuğumu hatırlıyorum... Klasik çocuk vaatlerinde bulunmadım ama istemedi zaten ona dondurma alacağımı, onu parka götüreceğimi söylemedim. Normalde de yapamıyordum ki bunları zaten.... Sadece hemen dışarıda olduğumu, babası ve dayısının da beklediğini çıkar çıkmaz evimize gideceğimizi söylediğimi hatırlıyorum... Bunlar onu rahatlattı hiç bir zaman bunca eziyete rağmen kaprisli bir çocuk olmamıştı ki zaten, rahatladı ve uyudu... "Çıkın artık!" diye bağırmaya başlamışlardı ... Ayaklarımın Özgür'den uzaklaşmak için gereken adımları attığına inanamayarak çıktım...
Aklımda sürekli tekrarladığım LEGUIN'in MÜLKSÜZLER romanında yazdığı o can alıcı dizeler vardı:

"İÇERİYE KAPAMAK YA DA DIŞARIDA BIRAKMAK; AYNI ŞEY"

...

Hiç yorum yok: