22 Eyl 2010

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ...

"İçeri kapamak ya da dışarıda bırakmak aynı şey!"

Bunları onlara da söyleyebilmek isterdim, yuttum ağzıma kusmuk gibi geliveren bütün kelimeleri ...

O günün gecesine kadar ara ara gitmemize rağmen kapıya göstermediler bize Özgür'ü... Bir de hastanenin yoğun bakım servisinin yetişkinler için olduğunu o yüzden başka bir yere aktarsak daha iyi olacağını söylediler. Hani pek görüşemediğiniz arkadaşlar vardır ama baş sıkışınca rahatlıkla aranır. Bizim de yoğun bakım doktoru bir arkadaşımız vardı o cinsten , onu aradık tabi hemen. Bize "Yoğun bakım dediğinin tek çeşit olduğunu ama rahat değilsek yardımcı olabileceğini" söyledi... Galiba bizimki içeride "arıza" yapıyordu, aslına bakarsanız buna içten içe sevindik çünkü bu Özgür'ümüzün inatla tutunmaya, mücadeleye devam ettiğinin göstergesiydi...

Arabada yatıyorduk, arada lobiye, resepsiyona görünüyorduk üzerimizdeki bütün numaraları vermemize rağmen çünkü yoğun bakım katına inen bir merdiven bile yoktu ve ben de dışarıda "arıza" yapıyordum... Görüşlere sessiz bir akitle, bir eşim bir ben giriyorduk, dağılıp çıkıyorduk tabii... Koparılmışlık, o boktan his, başkaca ne durumda yaşanır bilemiyorum ...

Yoğun bakım'dan gece genelde çağırılmazsınız... Bunu bize gidin yatın diyen doktor söylemişti...

Onca zaman hep gözlerinin önünde gezmeye dikkat eden ben gece 02:00 ye doğru arabaya uzanmaya gitmiştim ki güvenlik geldi ve bizi aşağıdan çağırdıklarını söyledi, telaşla indik tabii... Doktor "Özgür sizi çağırdı" diyene kadar bütün iç organlarım birbirine girdi, acleyele girdim, giyindim kızım beni çağırmış durur muyum?

Bizimkine laf anlatamamışlar, maymunun gözü açılmış, annem de annem diye tutturmuş, sabaha kadar zor tuttular sonra hemen servise postaladılar tabi, aman eşimle ben de çok hevesliydik zaten Özgür'ümüzden ayrı hayta gibi gezinmeye hastane çevresinde...

Sonrasında üç-beş gün daha kaldı, üç torba ilaç, bol rakamlı bir senetle birlikte Özgür'ümüzü de alıp kaçarak uzaklaştık oradan, ne kadar uzaklaşabilirsek tabi, evden ofise giderken hergün önünden geçiyoruz... Bazen bakamıyorum bile o tarafa...

Öyle bir geçiyor ki zaman; hele ki bunca şey yaşadıktan sonra, bir tek gülücüğü için dünyaları yerinden oynatabiliyorsunuz, evlat başka bir şey, kimsenin hiç bir şekilde evladının en ufak acısını görmemesini diliyorum, biz Özgür'ü tekrar doğurmuş gibi aldık götürdük eve... Sonrasında da bir kaç defa daha bu tür şeyler yaşadığımızı hesaplarsak Özgür de biz de defalarca kazandık bu savaşı aslında...

Raporu alamamıştık hala mesela....

Hiç yorum yok: