3 Eyl 2010

BİR RAPOR NASIL ALINIR (YA DA "BİR İNSAN NASIL DELİRİR") SONA DOĞRU

-BÖLÜM 3-







   IQ testini halletmişti anne ve baba. Çok mutluydular. Yapabiliyorlardı, hedefe ulaşabileceklerdi. Hemen hangi hastanede hangi tanıdığı bulabileceklerini yeniden yokladılar. Devlet ananın (babanın mıydı yoksa? Yoksa Devlet efendi mi demeliyim?) raporunu kabul edebileceği hastaneler içinde en mantıklısı (!) gibi duran Göztepe Hastanesine yoğunlaşıldı. Aranan arkadaşlardan biri çocuk acil denen bölümde çalışan Falanca Bey'i bulmasını öğütledi babaya. Ertesi gün anne, baba ve Özgür'ümüz düştü kör sabahın ayazında yollara. Hastaneye girdiler araçlarıyla. Aslında daha o an anlamaları için gereken tüm işaretleri vermişti hastane onlara. Park yeri bile yoktu hastanede. Zar zor bir yerlere sıkıştırdı baba arabayı. Anneyi Özgür'ümüzle içinde bırakıp koşturdu çocuk acile. "Durumu özetleme"deki tüm maharetlerini gösterip yardım istedi Falanca Bey'den. Falanca Bey uzun uzun ve boş boş baktıktan sonra bu konuda bir yardımı dokunamayacağını söyledi. Şuraya gitmesini, burayla görüşüp orayla konuşmasını tembihledi babaya. Hiçbirini aklında tutamayan, tutmanın gereksizliğini hızla kavrayan baba hayal kırıklığını da alıp çıktı oradan. Ve o an yeniden farketti. Ne kadar çok çocuk var, ne kadar çok hasta çocuk var! 

   Dışarı çıktı, temiz havayı soludu biraz. Arabaya gitti. Arabada kahvaltı kavgası vardı. Bazen annenin bazen Özgür'ümüzün kazandığı, kimi zaman da berabere biten kavgalardan biri daha :). O şekilde olmayacağını kısaca anlattı baba anneye. Anne nasıl olacağını sordu babaya. Baba da henüz bilmediğini söyledi anneye. Bilmiyordu nasıl olacağını ama ikisi de mutlaka ve bir şekilde olacağını, olması gerektiğini biliyorlardı. Yeniden telefon trafiği başladı. Herkes birilerinden bahsetti Ama çarkın işleyişini gören baba tüm o birilerinin pek te bir işe yaramayacağını sezebiliyordu çok ta bürokratik olmayan kafasıyla.

   Bir soluktan sonra tekrar içeri daldı. Bir doktora, hiç tanımadığı, hiç kimsenin tanımadığı doktora halini anlattı. Ansızın doktor insafa geldi. O işin ancak şöyle şöyle ve böyle böyle olabileceğini bir bir anlattı. Aniden heyecanlanan baba ne yapması gerekiyorsa yapacağını söyledi. Doktor da ona çocuğu getirmesini söyledi. Efendim? Çocuğu getir! Özgür'ümüzü mü? Buraya mı? Evetmiş, orayaymış, muayene edecekmiş doktor. Çaresiz çıktı baba odadan. Gitti ve durumu anneye anlattı. Anne, binaya dışarıdan baktı. Girenlere, çıkanlara, çocuğunu kucaklamış koşturanlara baktı. Çocuğundan bıkmışlara baktı, çocuğuna ağlayanlara baktı. Havada gezen mikroplara baktı sonra. Virüslere baktı, Özgür'ümüze saldırmak için bekleyen virüslere baktı. Ama doktor çağırıyordu işte. Kucakladı baba Özgür'ümüzü. Anne de ağzını yüzünü iyice sardı. Ya Allah deyip daldılar içeriye. Hiç Özgür'ümüz o kadar çocuğu bir arada görmüş müydü? Kimselere değmeden, değmemeye çalışarak daha doğrusu, bir şekilde girdiler doktorun odasına. İçerisi de koridordan pek farklı değildi. İki ayrı çocuk daha anneleri, teyzeleri, ablaları ve anneanneleri  bir asistan doktor, bir hemşire ile birlikte odaya sığmaya çalışıyorlardı. Doktor annenin kucağında Özgür'ümüzü muayene etti. Bir sürü tahlil ve film istedi. Baba ne için olduğunu sordu. Doktor raporu vermek için gerekli olduğunu söyledi. Baba durdu. Anne durdu. Özgür'ümüz durmuyordu. Keyfi yerindeydi. Her şeyi kurcalamak, herkesle tanışmak istiyordu. Böyle de olmayacaktı ama başka bir yol da yoktu.

   Baba babasını aradı. Babası babaya (oğluna) orada görevli akrabasını bulmasını söyledi. Oradaki akraba arandı. Akraba orada görevli değilmiş. Başka bir semtteki poliklinikte çalışıyormuş. Ama kızı oranın veznesindeymiş. Hemen akraba kız bulundu. Durum anlatıldı. Yapılması gereken testler, tahliller, çekilmesi istenen filmlerin evrakları gösterildi. Akraba yarın sabah erkenden gelmelerini söyledi. Gereken her yardımı yapacağını söyledi. Teşekkür edildi. Çıkıldı.

   Ertesi sabah karga malum işi yapmadan yola düşüldü. Surlara dayanıldı. Araba park edildi. Arabadan inildi. Bir sigara yaktı anne baba karşılıklı. Sonra derin bir nefes aldı baba, besmele çekti ve daldı kapıdan içeri. Ulubatlı Hasan misali yardı safları. Akraba kızın, başkalarının akrabası olan kızlarla bir arada durduğu çok yazıcı sesli, barkod basılan cam bölmeye ulaştı. Kapıyı açtı akraba kız ve babadan evrakları kapıdan aldı. Önce gerekli barkodlar basıldı sorunsuzca. Sonra akraba kız babaya  yapması gereken işlemleri ve gitmesi gereken yerleri tarif etti bir solukta. Baba kafasını kaldırdı. Tepeden mahşer kalabalığına baktı çaresizce. Daldı tekrar o yekvücut olmuş kalabalığın arasına. Dışarı çıktı. Anne Özgür'ümüzün kahvaltısını yedirmiş, bir sigara daha yakmıştı, annenin sigarasını yanlız bırakmak istemedi ve davrandı cebine. Durumu ve yapılacakları ve gidilecek yerleri kısaca özetledi. İkinci sigarasını yakıp yakmamayı düşündüğü bir anda "kısaca özetlemesi" bitiverdi. Özgür'ümüz kucaklandı. İçeri dalındı. Anne önden yol açmaya çalışıyor, baba da o yol kapanmadan hemen geçmeye çalışıyor. Sonunda merdivenlere ulaşıyorlar ailecek. Buralar biraz daha ferah. Bir kat aşağı iniyorlar. Röntgen bölümüne varıyorlar. Özgür'ümüz kucaktan inmek ve diğer çocuklarla kaynaşmak istiyor. Anne babanın ödü kopuyor bu durumdan. Zaptetmenin iyice güçleştiği bir anda sıra geliyor kendilerine. Anne mümkün olsa röntgenin Özgür'ümüz havada, babanın kollarında iken çekilmesini istiyor ama röntgen teknisyeni bu öneriyi duymuyor bile. "Küçük bey"e (Kısaca saçlı Özgür'ümüze hep "küçük bey" diyorlar hastanelerde.) durması gereken şekli tarif ediyor. Baba Özgür'ümüzü o şekle sokuyor. Filmler çekiliyor. Ne zaman alırız? Yarın alırsınız diyor teknisyen babayı alırsınız tonlamasıyla. Babayı değil filmleri mutlaka alacağını bilen baba yeniden kucaklıyor Özgür'ümüzü. Çıkıyorlar anne ile birlikte merdivenlerden yukarı. Çıkışa doğru saldırıyorlar. Tam çıkacakken sağa dönüp kan verme bölmesine dönüyorlar. Anne artık yol açamıyor, öyle kalabalık, ölesiye kalabalık. Baba Özgür'ümüzü anneye verip akraba kızların olduğu cam bölmeye gidiyor. İçlerinden kendi akrabasını bulup "kan çıkmadan" kan veremeyeceklerini söylüyor. Akraba kız büyük bir anlayışla diğer akraba kızlar görevini devredip babayla birlikte laboratuvara yöneliyor. Kalabalığı ustaca manevralarla yarıp kapıya varıyor. Görevlilerden birine akrabaları için öncelik istiyor. Yarın öbür gün cam bölmede işi olacak olan kendi akrabası için bizim "akraba kız"a ihtiyacı olduğunun bilincinde olan hemşire hızla bu isteği yerine getiriyor ve Özgür'ümüz torpille en öne geçiyor. Tahlil kağıdı uzatılıyor hemşireye. Hemşire tüpleri soruyor. Babanın yanında tüp yok. Evlerinde bile yok artık, kombili bir aileler çünkü. Kusura bakmamasını, hazırlıksız geldiğini, bir dahaki sefere her boy ve renkte tüp getireceğini söylüyor hemşireye. Babaya gülen hemşire tüpleri nereden edineceğini söylüyor. Baba kalabalığa dalıyor. Dışarı çıkıyor. Bahçeyi aşıyor. Karşıdaki binalardan birine giriyor. İlgili birimi soruyor. Koridoru aşması gerektiğini öğreniyor. Koridoru aşıyor. Merdivenlerden aşağı iniyor. Sola dönüyor. Kapalı iki kapıdan geçiyor. Bir iki kişiye daha sorup ulaşıyor tüplere. ama tüplerden sorumlu tüpçü yok ortada. Sesleniyor iç odalara doğru. Tüpçü hanım çıkıveriyor arka odalardan birinden sigara dumanları eşiliğinde. Elindeki kağıdı uzatan babaya ilgili tüpleri veriyor. Baba teşekkür ediyor, tüpçü abla rica etmiyor. Zaten o hastanede nedense kimse rica etmiyor. Baba hep kendi kendine teşekkür edip duruyor. Baba geri dönüp çıkıyor odadan, iki kapıyı geçiyor, merdivenleri tırmanıyor, koridoru arşınlayıp bahçeye çıkıyor. Koşarak geçiyor avluyu, anne ve Özgür'ümüzün beklediği odaya giriyor kalabalığı -bu sefer kendi başına- yararak. Hiç ağlamayıp hemşireleri şaşırtan Özgür'ümüzden kan alma işlemi bitiyor. Hemşire babanın getirdiği tüpleri yarısı dolu halde babaya geri verip getirdiği yere götürmesini söylüyor. Baba anlamıyor, mel mel bakıyor o hastanede daha önce çok baktığı gibi, Anlamayacak bir şey yok. O kan tahlilinin tüpü öte yanda, tahlili öte yanda, sonuçları bir başka öte yanda, sadece kan alma işlemi beri yanda. Baba bahçeye çıkıyor. Avluyu geçiyor. Diğer binaya giriyor. Koridoru bitirip merdivenlerden aşağı iniyor. Kapalı kapıları geçip tüpçü ablaya ulaşıyor. Bu sefer sigara içmeyen tüpçü abla alıyor tüpleri babadan. Şöyle bir bakıyor. O bakışı hiç beğenmiyor baba. Hemşire de tüpleri beğenmiyor. Yarım bunlar diyor. Nasıl yani yarım? Tam dolmamış yani! Tamam baba o kadarını hala bilebiliyor ama neden yarım olduğunu anlamıyor ve yeni tüp istiyor bu sefer tam doldurma sözü vererek. Hemşire gerek yok diyor, Baba gerek yoktu madem neden yarım olduğu düşüncesiyle panik ortamı yaratıldığını merak ediyor. Kapı, kapı, merdiven, koridor, avlu ve anne ve Özgür'ümüz. Arabadalar. Özgür'ümüz öksürüyor. Anne irkiliyor. Baba terliyor. Özgür'ümüz bir daha  bir daha öksürüyor.


   O günkü mesai tamamlanmış görünüyor. Ertesi gün sonuçlar alınacak. O sonuçları görme arzusunda bulunan doktora verilecek. Doktor gerekli değerlendirmeleri yapıp heyet raporu denen kağıdın ilgili kısmını imzalayacak. Sonra bir sonraki doktora geçilecek...


   ÇOK UZUYOR BİLİYORUM. AMA İNANIN ÇOK KISALTIP ANLATIYORUM. HELE ŞİMDİ BAYAĞI BİR KISMINI ATLAYACAĞIM. ŞÖYLE Kİ....


   O ÖKSÜRÜK GECE ARTTI. ERTESİ GÜN İŞLEMLERİN DEVAMI İÇİN HASTANEYE GİDEMEDİK. GÜN İÇİNDE ÖKSÜRÜĞE ATEŞ TE EKLENDİ. O GECE NÖBETLER BAŞLADI, DURMAK BİLMEDİ. KOŞARAK EVİMİZİN YAKININDAKİ (ÖZGÜR'ÜMÜZÜ DE İYİ TANIYAN BİR DOKTORUN GÖREVLİ OLDUĞU) ÖZEL HASTANENİN ACİLİNE ZOR ATTIK KENDİMİZİ. ACİLDE İLK MÜDAHALE SONRASINDA BİZİ SERVİSE ALDILAR. AMA ÖZGÜR'ÜMÜZÜN DURUMU GİDEREK BOZULDU. ENFEKSİYON KAPMIŞTI HASTANEDE. CİĞERLERİNE KADAR DA İNMİŞTİ. BİR KAÇ GÜN SONRA DA   YENİ BİR TAHLİL İÇİN İKİ ÜÇ HEMŞİRE KAN ALMAYI BECEREMEYİNCE DOKTORUMUZ YOĞUN BAKIM HEMŞİRESİ ÇAĞIRDI. HEMŞİRELER GÜÇLÜKLE İŞLEMİ YAPTI. ARDINDAN DA BİR YOĞUN BAKIM DOKTORU GELİP ÖZGÜR'ÜMÜZÜN SERVİSTE KALMASININ SAKINCALI OLACAĞINI "YOĞUN BAKIM"A ALMALARI GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİ...




                                                         DURDU DÜNYA.....

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Ne denir? Ne denebilir yani..

Allah kolaylık versin Ömer abi, Özlem abla ve Özgür..!

Canım dayanmıyor okumaya, yaşayana ne demeli???....

Sinem