18 Eki 2010

TAMAM MIYMIŞ???

Raporu aldık, alır almaz pilin distribütörünü aradık, zannediyoruz ki bir iki gün içinde yatarız hastaneye, beni direk hastane bavuluna (!) koymam gerekenlerin derdi sardı... Sevgili Fatih Beydili'ne götürdük hemen belgeleri, buradan yine teşekkür etmek isterim, yardımları ve sabrı için ayrı ayrı...Eşim yukarıya çıkartırken bile asıllarını vermek istemedim, defalarca tembihledim aman kaybetmesinler diye, zor aldık ya, bize bilmem ne kadar zaman, para ve acıya sebep oldu ya, o kağıtlara bir şey olacak diye ödüm kopuyor, arızayım ya, rüyalarıma giriyor üstüne çay dökülüveriyor masanın birinde ya da "olmamış", "eksik", "değil bu yanlış belge almışsınız" falan diyorlar, ben de önce dizlerimin üzerine oracığa düşüveriyorum, sonra nereden buluyorsam elimde bir pala, çocuğumun ameliyatına engel olanları bir bir doğramaya başlıyorum ayağa kalkıp...

Bir seferinde yarı bodrumda bir Nöroloji servisine girmiştik. Koridorlar; upuzun, labirent gibi koridorlar, geniş değil ama asla, kollarını iki yana açıp yürüsen , yanından bir insanın geçemeyeceği kadar dar koridorlar... İşte o koridorlardan birinin dibinde, bir kapıda yaklaşık on beş anne, baba ya da her ikisi birden ve bir o kadar da çocuk beklemiştik, kırk beş dakika kadar...

Öyle anlarda fazlaca dikkat çekiyormuşuz gibi hissederim... Zaten herkes birbirinin "kapıda bekleme sebebi"ne bakar, içten içe kendisininkiyle kıyaslar orada... Meraklı gözler, sorular, bunları savuşturmaya çalışırken, nihayet içeri girebiliyoruz... İçerisi daha geniş ve aydınlık, "ne de olsa hastanın ihtiyacı yok böyle insani şeylere, beklenilen yer pismiş, rutubetliymiş, havasızmış önemli mi? Önemli olan doktor ve asistanların rahatlığı! " diye düşünürken "Özgür Duran'ın yakını!" diye bir ünlem...

Adınız yoktur asla... Nedense... Annesi!... Babası!...

Evet burada bulunmak zorunda olma, bu insani olmayan koşullardan beklemek zorunda olma sebebimiz Annesi ya da Babası olma durumumuz! Bunu sürekli kafamıza kaktığınız için teşekkür ederiz!

Asistana anlattık derdimizi, sanırım size de anlatmalıyım ki durum şudur:

Özgür'ün piyasadaki tüm epilepsi ilaçlarını denediği, ikili, üçlü, dörtlü hatta ve hatta beşli kombinasyonlar halinde kullandığı fakat nöbetleri durdurulamadığı, yani kısacası "ilaca dirençli epilepsi hastası" olduğu gerçeğini bir kez daha raporlamak... Asistanın cevabı " Siz şu kenarda durun, hocayı bekleyelim"... Baştan sona anlatmış, özetlemişim ben durumu yalnız!!!

Beynimin karıncalanmaya başlamasını, raporu alana kadar dayı demek gerekliliği yüzünden, kendime telkinde bulunmaya çalışarak susturdum...

Geldi hoca, baktı şöyle bir göz ucuyla, demedi bir şey, bir yarım saat kadar da orada bir kapı ağzıyla, masanın kısa kenarı arasında, o köşede, 1.93 cm'lik eşim, yerinde durmayan Özgür ve ben bekledik... Yanımızda üç dört hasta baktı, biri altı ay sonra bir nöbet geçirmiş, nöbet tarifi istedi her zamanki gibi, tarif etti hasta yakını, hali hazırda kullandığı ilacın dozunu arttırdı biraz, yolladı, birinden MR istedi tekrar, öbüründen EEG... Yan masada da aynı hummalı çalışma devam ediyordu aynı tempoyla... Bunun adına "muayene" diyorlar ya da demek zorunda kalıyorlar... Hastalar da çaresiz, koyun gibi sıraya giriyorlar ve doktorun verebildiği fazladan(!) üç beş saniyeyi ilgilendi sevinciyle karşılıyorlar... İğrenç bulduğum bir tanıdıklık silsilesi... Ben bu sahneyi daha önce seyretmiştim hissi... Hemen önümüzdeki masada muayene(!) yapan doktoru bekliyorduk, "bekle!" dediler diye, bakıyorduk öyle... Bakışlarımızdan rahatsız olmuş olacak ki ne bekliyorsunuz diye sormayı akıl etti... Onu beklediğimizi söyledik, ameliyat olacağını, ilaca dirençli raporu almak istediğimizi, özetledik tekrar...

"Peki" dedi... " İlaçların isimlerini söyleyin bana" söylemeye başladım... Doktorlar alışkanlıktan mı yoksa hastayı "okudum ben, senden iyi bilirim" alt metniyle ezmek niyetiyle mi yapar bunu bilmem. Doktor hanım, ilaçların piyasa isimlerini değil, ham maddelerini sormaya başladı bana... Kullanılan ilaçların çokluğunun yanı sıra verdiğim tıbbi ayrıntılardan dolayı raporu en ince ayrıntısına kadar hazırlamaya çalışırken, bir yandan da o daracık köşeye sıkışmış, üç kişilik çaresizliğimizi de incelemeye çalışıyordu... Özgür'e baktı, eşime baktı, bana baktı, öyle ki; neredeyse raporu yazdığı kağıda bizden az baktı...

En kolay aldığımız kağıt buydu sanırım, düşünün artık... Üstelik pert oldu sonra çünkü başka bir yere yollamışlardı ve o yeni yerde gerek yok demişti o rapor için...

Bu yüzden çok değerliydi işte... Pil'in distribütörünün ofisinden, yanımıza dönen eşime defalarca sordum "Tamam mıymış?" diye... O da inanamayan gözlerle defalarca cevapladı "Tamammış!" diye... Sanırım sadece benim için değil kendi için de tekrarladı durdu "TAMAMMIŞ!!!" diye...

Hiç yorum yok: