9 Kas 2010

ERTELEYİP DURMA!!!

Beklemek... Zor mu?

Sekiz sene boyunca bekledim... İlkin; "Bir sene boyunca nöbet geçirmezse iyileşmiş sayarız" dediler... Sonra; "Dört yaş civarı azalır biter" dediler... Olmadı; "Yedi yaşında geçer" dediler... Şimdilerde; "Dokuz yaşından sonra nöbetler sorun olmaktan çıkar" diyorlar...

Sekiz sene boyunca gözümün önünden ayırmadım, çok nadir zamanlar dışında; o da olağanüstü güvenlik önlemleriyle... İlaçları, acil durumda verilecekler ayrı tutulur, rutin verilenler ayrı, şimdilerde pili program dışı çalıştırabilen mıknatısı konulur el altına, talimatlar ona göre şu saatte yiyecek, şu saatte yatacak... Yanına annem dışında bir refakatçi daha -ama mutlaka iki kişi-, olur ya peşinden ayrılmamak lazım ama ya çişi gelirse, ya sigara içmeye gittiğinde olursa; öyle ya insan bu  ihtiyaçları var, ben yapabiliyorum diye herkes yapabilir demek olmuyor... Gidilen yeri de görseniz ya bir kaç saatlik bir gala, haksızlık etmeyeyim bir kere sinemaya gittik eşimle aynı muhitte, ya market en fazla ya da yine aynı muhitteki dükkana bir git-gel hemen.... Yılbaşı zamanlarında, eşim fuardayken ya da dükkan çok kalabalık olduğunda gitmeme rağmen evden gelen telefonla çok koşturmuşuzdur çukurcuma caddesinde telaşla...


Şimdilerde bir ofisimiz var, oradaki işlerin çoğunu evden de yapabiliyorum, yapamadığım zamanlarda ya da Özgür'ün eğitime gittiği günlerde beraber gidiyoruz çalışmaya... Beraber gidemeyeceğimiz zamanlarda ya da ortamlarda ise ya ben ( genelde ben ) ya da eşim muhakkak Özgür'le kalıyor...

Sekiz senedir bu böyle...
İkimizinde işi varsa, mesela eşim bir görüşmeye gidiyorsa, oyunu, çekimi varsa mesela; ben - aslında mecburen - onunla birlikte yürütmeye çalışıyorum işleri... O yüzden mesela ofise gelen oyuncular oranın aslında bir home-ofice olduğunu sanıyor... Orada aynı zamanda yaşadığımızı zannediyorlar çünkü orası da Özgür'e uyarlandı mecburen...

Şikayet ettiğimi sanmayın, sadece o gün yaptığım hatanın büyüklüğünü anlatabilmek için düzen hakkında bilgi vermek zorunluluğu hepsi bu....

Bir işe yarıyor olmak hissi, uzun zamandır eksikliğini duyduğum bir his, bu yüzden çalışmak zorunda hissediyorum, istiyorum da aslında yoksa bazı şeylere saplanıp dolap beygirine dönüveriyorum hayatta...

Bir dizi vardı, bunun oyuncu seçmelerini biz yapıyorduk, bu yüzden hergün gidiyorduk ofise, üstüne bir yeni dizinin işi daha geldi seçtiğimiz oyuncu arkadaşların yapımcı firmaya götürülmesi de gerekiyordu, eşim oyuncularla gitti ben de ofiste çekim yapıyordum son on - onbeş gündür yaptığım gibi... Aslında ofisteki herşey Özgür düşünülerek ayarlandığı için gayet güzel idare ediyorduk o güne kadar... Özgür'e de iyi geliyordu ya da öyle düşünmek istiyordum... Gelen giden insanlarla iletişim kurması, onun için de iyiydi. Çok seviliyordu, sevdiği insanlarla oyun bile oynadığı oluyordu. Neyse tam bir "çocukta yaparım, kariyer de" yanılsaması içinde çalışıyordum işte...

Hiç aklıma gelmemişti balkon... Olaydan iki - üç gün önce elimden tutup götürmüştü beni balkona, yandaki okuldan, balkonun baktığı apartman boşluğuna düşmüş yedi - sekiz tane topu gösterip, istediğini söylediğinde bile savdım başımdan " ben sana yeni top alacağım , boşver onları" diye... Hiç düşünemedim...

O kadar meşguldüm ki...

Ofisin ön kısmında büyük bir oda var, bu odadan çıktığımız koridorun sonunda da iki oda daha, biri çekim yaptığımız oda, diğeri balkonlu oda... Ofisin ön kısmındaki büyük odada bekleyen oyuncularla birlikte bilgisayarda oyun oynuyordu onu bırakıp arka tarafa video kaydı almak üzere gittiğimde... On saniye çekim almamıştım ki bir gürültü duydum, yan tarafta bir okul bahçesi olduğu için bu tür gürültüler hep oluyordu, kestim kaydı... Kayıtta yabancı ses olmasını istemediğimden kestim...
Sonra Özgür'ün canının acıdığı belli "Anne!" çığlığını duydum ama hala balkon gelmiyor aklıma, çıktım odadan ofisin içinde Özgür'ü arıyorum, ön tarafa koştum "Özgür nerde" diye sordum ön odadaki habersiz, şaşkın kalabalığa...Paniğimi anlamadılar tabii... Sesinin geldiği yeri bulana kadar sanırım beş saniye kaybettim, dediğim gibi hiç aklıma gelmemişti balkon, aşağıdaki topları gösterdiğinde bile...
Aşağı baktığımda gördüğüm sahne gözlerimin önünde hala, bazen rüyalarıma giriyor, tekrar tekrar yaşıyorum o günü, yaşamalıyım da benzer bir hatayı tekrarlamamak için...
Özgür yüzü koyun yatıyordu, orada tam manasıyla "dip"teydi, bacakları ayrılmış onlarda yapışmışlardı zemine, arkasından atlamak istediğim an, kafasını kaldırıp "Anne!" diye tekrar seslenince, bir anlamda hayatımı kurtardı benim... Yoksa o an tek aklıma gelen arkasından atlamak fikriydi... Sadece " Kıpırdama, geliyorum yanına" diyebildim...
Merdivenleri indim, en dibine kadar fakat kapı falan yok, apartman boşluğuna çıkışı bulamıyorum... Apartman boşluğuna aşağıdaki dükkanın arka tarafından geçiliyormuş, dükkan sahibi yolu gösterdi sağolsun, o da duymuş gürültüyü ne oluyor diye bakmış, Özgür'ü görünce şok olmuş, neyse geçtim arkaya, buldum sonunda Özgür'ümü... Kıpırdamamış, beni bekliyordu gözleri yaş, her tarafı çamur içinde...
"Kaldırmayın sakın" diye bir ses, "Ambulans çağıralım" diye bir ses daha, "Cevap vermiyor ambulans" sesi, "battaniyeye saralım" sesi.... Hepsi ses ama bir anlam ifade etmedi yani... Baktım Özgür'e yüzünün üstüne düşmüş, ilk bakışta yüzünün bir tarafı içeri göçmüş gibi geldi, yoktu sanki yüzünün yarısı...
Kalbimi, beynimi eğitmişim ben, sanırım yani... Derin bir nefes almalısınız ve acilen kendinize gelmelisiniz çünkü siz dik duramazsanız, o çocuğun durumu olduğundan daha kötüye gider ne olursa olsun... Dikkatle baktım bir daha sadece bana öyle gelmiş, yine de çok iyi durumda sayılmazdı yanağı...
Üstüne eğilince ben, Özgür kendini kaldırıp sarıldı bana bir koluyla, öbür kolunda benden daha sıkı tutuğu bir top... "Anne ayakkabım düştü" dedi... Konuştu benimle, sarıldı bana, ambulans gelemedi, güvendim kucakladım, çıkardım onu...
Kucağımda çocukla, çok koşmuşluğum vardır hastane aciline benim... Bu seferki benim suçumdu ama... Kafamın içinde "Sen ne yaptın salak karı!" diye bağıran bir sesle, kucağımda Özgür koşmaya başladım sokakta. Yol ayrımında durdum, ilk defa ne tarafa gideceğimi bilemedim, esnaf aşağı diye yönlendirdi beni, oyunculardan bir kaçı gelmiş peşimden, kucağımdan Özgür'ü almak isteyenleri tanıyamadım, vermedim, sonra Gürkan geldi, ona verdim galiba, bir şekilde kendimizi Taksim İlk Yardım Hastanesinin acilinde bulduk...

Sedyeye yatırdılar, keserek çıkardılar giysilerini, Özgür ilk şoku atlatmış dolu dolu ağlıyordu, ağlaması iyi diye düşünüyordum. Eşimi bulmalıydım ama telefon, para hiç bir şey almamıştım yanıma. Kan aldılar, tetanoz aşısı yapılmalı, beyin pili var MR'a giremez, İlaca dirençli Epilepsi hastası, bunları sıralayıp duruyordum gelene gidene, kayıt meselesini hatırlayamadığım birine para vererek çözdük sanırım... Eşim muhit olarak bayağı uzaktaydı, birinin telefonunu alıp aradığımda "Bir şeyi yok de bana nolur!" dedi ama hala emin değildim...
Oradan oraya sedyeyle taşımaya başladık, röntgen çekeceklerdi, uyuklamaya başladı, telaşla vazgeçip acil tomografiye götürdüler... Doktorlar telaşlanınca korkun hastanızdan, bunu öğrendim ben bu kadar hastane tecrübesinden, içeri girdik, bütün vücudunu taradılar, kıpırdamaması gerekiyordu ama uyumaması da gerekiyordu fakat durmuyordu... Dışarıya "Özgür'ün bir yakını daha gelsin" diye bağırdılar, oyunculardan bazıları hala dışarıda bekliyorlardı ama benden başka yakını yoktu ki Özgür'ün... Ben de aynı zamanda onun o hale gelme sebebiydim... Ne yakın'dım ama!!! Eşim girdi içeri, gelmiş bekliyormuş kapıda zaten, onu görünce sevinç, üzüntü, utanç duyguları girdi birbirine... Sakinleşti Özgür tomografi çekilene kadar kıpırdamadı, şarkı söyledim ona ağlaya, ağlaya... Bir süre sonra da polis geldi, kaza raporu tuttular ama beni tutuklasalardı da itiraz etmezdim...

Sadece ön dişlerinde hasar vardı Özgür'ün, dudağı patladı, morlukları vardı....  Tanıdık bir dişçi arkadaşa götürdük taburcu olduktan sonra, ertesi gün de dişçilik fakültesine, sadece sallandı bir zaman öndişlerinde biri yamuk kaldı.... Piline de baktırdık o gün o da sorunsuz çalışmaya devam ediyormuş.... Çok ucuz atlattık yani....

Bu tabi yaptığım hatayı aklamıyor kesinlikle...


Hiç arkamı dönmedim ben Özgür'e o güne kadar, hiç gözümden ayırmadım, gerektiğinde uyumadım, gerektiğinde tuvalete gitmedim, sigara içmedim, yemek yemedim... Hiç ayrılmadım çocuğumun başından... O güne kadar...Gerçekten....

Yazamadım bunu uzun süre, anlatma sırası gelmişti halbuki... Kaçamıyorsun ama onunla yaşıyorum çünkü hep... Yazdım işte... Bu da bitti....

2 yorum:

ayse dedi ki...

pis deli:(

Isigi Tutmak dedi ki...

Ozlem hanim, ne dense bos. Nasil bir aci hissettiginizi, nasil korktugunuzu ve sucluluk duydugunuzu ancak tahmin edebiliyoruz. Ama o 1 metre tesaduf degil... herseye ragmen, melekleri var onlarin... hep yanlarindalar...