15 Ağu 2010

BİR RAPOR NASIL ALINIR (YA DA "BİR İNSAN NASIL DELİRİR")

-BÖLÜM BİR-


- Bir pil varmış.İşe yarayabilir.
- Hemen deneyelim.

   Bu macera da böyle başladı. Anne yine "ne yapabilirim" diye sağı solu kurcalarken bu sefer de VNS denen bir uygulama ile karşılaştı. Babaya bahsetti. Artık tükenen baba olaya başlangıçta kuşkuyla yaklaştı fakat annenin aklına yattığını görünce ikna oldu. Düştüler pilin peşine. Önce Özgür'ün pil için uygun olup olmadığına bakılacaktı doktorlar tarafından.

Beyoğlu'nda gezersin...
   "Bakalım Özgür pile uygun mu!"
   "Bakalım pil Özgür'e uygun mu!"

   Aradaki farkı bir tek ben mi görüyorum yoksa bu durum sizi de rahatsız etti mi? Sürekli bir şeylerin Özgür'ümüze uygunluğu değil de, Özgür'ümüzün  bir şeylere uygunluğu tartışıldı, hesaplandı doktorlar tarafından. Belki o değildi niyetleri ama cümleyi kuruş biçimlerinden ben hep böyle anlıyordum. Yani hep yukarıdaki cümlelerin birincisini tercih etmeleri sinirimi bozuyordu. Ne yapacaktı yani Özgür'ümüz pillerine? Bozacak mıydı yoksa başarısız mı kılacaktı! Özgür pil için uygun muymuş! Pöh... Neyse, konuya dönelim.

   O sıralar devam edilen doktora durumdan, yani annenin duyduğu bu pilden bahsediliyor. Doktor pilin henüz deneme aşamasında olduğunu  ama Özgür'e bir faydası olabileceği için denenmesinde bir sakınca görmediğini söylüyor. Hastanesinde değil ama yakındaki bir başka üniversite hastanesinde bu pil ile ilgili gereken her şeyin yapıldığını ekliyor. Bir kağıda "hastanın pile uygunluğunun araştırılması ricasıyla" (yine aynı ifade biçimi!) yazıp sevk ediyor anne ve babayı. Derhal gidiliyor yeni hastaneye. İlgili birimi bulunuyor. İlgili birimde ilgili doktora ulaşılıyor. Özgür'ümüzün başından geçenler kısaca özetlenip yardımı isteniyor. Muayeneden sonra "yatarak EEG" çekileceği öğreniliyor. Şansa (evet, şansımıza! Bazen şans -acıdığından mıdır artık yoksa başkalarıyla çok meşgul olduğu için bizi unuttuğundan mıdır bilinmez- gülüyor bize.)  bir iki gün sonra alabileceklerini söylüyorlar. Hemen kayıt işlemlerini halletmeye koşuyor baba. Gerekli randevuları alıyor. Anne "hastane günleri organizasyonu"na başlıyor. İki gün sonra yatış için gidiliyor hastaneye. EEG kaydı için DVD'yi bile siz götürüyormuşsunuz. 4 adet. Elektrotları kafasından çıkarmaması için kafasına takılacak file ile birlikte 4 adet DVD alınıyor. Bu sefer baba da kalabilecek yanlarında. Oda özel çünkü. Elektrotlar bağlanıyor. Evden getirilen temiz çarşaflar seriliyor yatağa. Anne Özgür'ü oyalamaya çalışırken baba da odaya yerleşmeye çalışıyor. Kettle şuraya, yedek çarşaflar buraya, oyuncaklar el altında, gazeteler koltuğun kenarında... Özgür -kafasında yine elektrotlar- kameranın altında...

   İki tam gün ve bir de yarım günü geçiriyor Özgür bir yatakta ve kafasından 36 tane kablo ile bir makineye bağlı olarak. Yeterli olduğuna karar veriliyor. Gönderiyorlar  eve. Bir kaç gün sonra yine gidiliyor hastaneye. EEG raporu okunmuş doktoru tarafından, "Özgür'ümüzün pile uygunluğu" onay alıyor. Pilin bozulmayacağına seviniyor anne ve baba! Peki Özgür? Nedir bu işlem? Nasıl olacak? Ne zaman olacak? Ne zaman görülecek faydası? Sorulacak o kadar çok soru var ki. Ama soru sorarken dikkatli olmak lazım. Onca yıllık hasta yakını olarak babanın öğrendiği en iyi şey bu. Konuşurken, soru sorarken, önerilen yöntemlerin işe yarama ihtimalinin sıfır olduğunun daha önceki denemelerle ispatlandığı belirtilirken... Çok dikkatli olmak lazım.
"Şimdi ne yapmamız lazım?" diye soruyor baba. MR çekilmeliymiş. Çekilmişti daha önce? Olsunmuş, bir de kendi hastanelerinde çekilmeliymiş. Peki, hiç sorun değil. Baba hızla MR laboratuvarına gidiyor. Bir mahşer kalabalığı. Bir sürü hasta bir sürü bankta oturuyor, oturanın beş katı insan da ayakta dikiliyor. Kiminin dermanı tükenmiş, kimi ne yapacağını bilememiş şaşkın şaşkın bakınıyor, biri diğerine yol gösteriyor, beriki evrakının eksik olduğunu öğrenince kime edildiği belli olmayan küfürleri üst üste sıralıyor... Numaratör var bir kenarda. Baba bir numara alıyor. Elindeki numaraya bakıyor önce, sonra de o anda işlemi yapılan numaraya... Sıra kendisine gelene kadar Godfather'ı baştan sona seyredebileceğini hesaplıyor....

   Sıra geliyor nihayet. Baba evrakları uzatıyor. Bankonun ardındaki görevli bilgisayara gerekli bilgileri giriyor. Baba gergin, memur kayıtsız, sıradakiler yorgun, içerideki hava boğuk. En sonunda bilgisayar hazretleri MR için temmuz ayına gün veriyor. Temmuz? Baba hangi ayda olduklarını düşünüyor bir an ve çarpılıyor. Daha kasım ayındalar! "Nasıl yani?" diyebiliyor baba. Diyebileceği onca şey varken sadece nasıl yani diyebiliyor. Çok sıra varmış. Peki bir yolu yok mu daha önceye gün almanın? Varmış. 75 TL bir fark ödenirse eğer, hemen yarın olabiliyormuş işlem. Baba hemen 75 TL'yi veriyor. Yan sıradaki yaşlı amca veremiyor. Temmuzu görüp göremeyeceği bilinmeyen karısına 9 ay sonrası için gün alıyor. Başına geleceklerden habersiz hızla anneye ve Özgür'ümüze koşturuyor. Sabah verilen saatte MR için hazır bulunuluyor aynı hastanede. Bir mahşer yeri daha. Sıraya giriliyor. Özgür keyifli, sorun yok yani. Beklenilebilir. Bir hemşire geliyor. Belli sayıda ismi çağırıyor. İkinci turda Özgür'ümüze geliyor sıra. Hemşire MR esnasında uygulanacak ilacın alınması için aralarında para toplamalarını söylüyor diğer babalarla birlikte bu hikayeyi yazan babaya. Kılık kıyafeti dökülen iki çocuk için de babasından para almamalarını söylüyor. O adamın utancı değil önemli olan o anda onun için, iyilik yaptığını sanıyor çünkü, yapıyor belki de... İlaç geliyor, çocuklar içeri davet ediliyor. Anne daha önce MR'da geçirilen nöbetleri hatırlayıp içeri girmek istiyor. Ama her çocuğun annesiyle girmesi durumunda personelin çalışamayacağı vicdansız açıklamasıyla püskürtülüyor kapıdan. Zaman geçmez oluyor yeniden. Godfather'ın silinmiş sahneleri de izlenebilir bu arada.

   Çocuklar çıkıyor birer birer dışarı. Özgür'ümüz de çıkıyor. Bir ferahlama geliyor anne ve babaya salak salak. Yaklaşıyorlar hedefe çünkü, öyle sanıyorlar daha doğrusu. Ertesi gün MR alınıyor. Daha öncekilerden farklı bir bulguya rastlanmıyor. Doktora gidiliyor tekrar. Tamam diyor doktor. Yapılacak ameliyat. Pil takılacak Özgür'ümüze. Bunun için iki yol var:

"tavşan dede"siyle 
  Tam teşekküllü bir devlet hastanesinden sağlık raporu ve IQ raporu alınacak. Yani devlet masrafları ödemek için hastada (Özgür'ümüzde yani) başka bir rahatsızlık olmaması şartını koşuyor. Peki IQ raporu ne için? En az 20 IQ olmalıymış, yoksa devlet harcanan parayı gereksiz buluyor ve vermiyormuş. Ne ferahlatıcı, güven verici bir yaklaşım. Çocuğunuzun başka bir rahatsızlığı varsa eğer ya da zekası 20 IQ'nun altında ise uzun vadede işe yaramaz bir birey olacağı için masraf yapmaya da gerek görülmüyor. Yani yapılan işlem bir sosyal güvenlik hizmetinden ziyade ticari bir yatırım gibi duruyor. Geri dönüşü olmayacak bir "birine" (buradaki örnekte kızımıza yani - başka durumlarda kızlarına , oğullarına, yani insanların canlarına) para harcanamaz. Eğer bunlar temin edilemezse ne olacak? O zaman ikinci yol uygulanacak...

   İkinci yol çok basit. Hemen cebinizden 15.000 USD çıkarıp pili satın alıyorsunuz ve ameliyatınız HEMEN yapılıyor. Diğer yol gibi karmaşık değil, dolambaçlı değil, yorucu değil, hepsinden önemlisi aşağılayıcı değil! Ama tesadüfen babanın hep üstümde taşıdığı bir miktar olan 15.000 USD yok o gün yanında. Mecburen ilk yöntem denenecek....

   Denesin bakalım. Devamı  -İKİNCİ BÖLÜM- de...

Hiç yorum yok: