14 Tem 2010

HASTANE ANNESİ...

Kardeşlerimizin doktorunun uygun gördüğü araştırma için yirmi yedi gün kaldık o hastanede... Bizi yolladığı poliklinik şefi, kırk beş dakika süren, ilk nöbetinde beni acil kısmından dışarı atan doktordu... Bu doktor daha o gece Özgür'ün sorununu anlamış fakat geçici doktor olarak, özel hastanelerde nöbetçi acil doktorluğu yaptığı için bizi çağıramamış olduğunu orada söyleyebildi...


- "Burası çok konforlu değil ama çocuğunuzun durumunun ciddiyeti burada yapılacak olan testlerle anlaşılabilecektir" dedi...


Eşim, ben ve Özgür kata çıktık gösterilen odaya yöneldik fakat yataklar doluydu. İki yataklı odanın bir kenarında duran beşiği gösterdiler oraya yerleştik, eşimi koğuştan çıkması için uyardılar... Eşim de kalmak heveslisi değildi, zaten yatış işlemlerini yapması gerekiyordu, elinde doktorların verdiği bir sürü kağıtla birlikte çıktı... Sonradan öğrenebildiğim, önce kayıt odasına, ordan vezneye, ordan "gen araştırma"ya, ordan eczaneye, ordan tekrar kayıt ve vezne kuyruğuna gibi garip bir koşturmaca halindeymiş... O gelene kadar bize bir şey yapmadılar "hasta kabul"den "kabul kağıdı"nı görmeleri gerekiyordu çünkü... Eşim "kabul kağıdı"nın yanı sıra beş altı tane tüple beraber gelmişti öncelikle tüm o tüpleri doldurdular Özgür'ün kanıyla, son açtıkları deliğe serum bağlayabilmek için kullanılan onların "angiocut" dediği çeşmeyi de takıp -şaşkınlık içinde- gittiler... Şaşırdılar çünkü Özgür hiç ağlamadı, huysuzlanmadı...


Geçen gün TV haberlerinden birinde, iki aylık bir kız çocuğunun, damar yolu bulmaya çalışılırken ne hale getirildiğini seyrettim. Hiç yabancı olmadığım bir durum bu maalesef. Hemşireleri savunmak için yazdığımı sanmayın ama mesela çocuk ateşliyse damarları büzüşür, ağlıyorsa da öyle, zaten bebek damarı dediğin hemen patlar, bir seferinde " bebek yoğun bakım ünitesi"nden özel hemşire bile çağırmışlardı Özgür için. Angiocut'lar renk renk olur, şu anda tam hatırlayamadım ama yetişkinler için farklı, bebekler için farklıdır. Devlet hastanelerinden birinde bebek boyu kalmadığı için yetişkin boyuyla damar yolu açmaya çalışan bir hemşireyi boğazlıyordum ben on bir ayrı yerinden patlarmıştı çünkü Özgür'ün damarlarını. Bebeğin ellerinden iltihaplı olduğu da anlaşılıyordu. Belli ki bir angiocut'ı bir kaç kere kullanmaya kalkmış ya da bebekte bir kan - damar hastalığı var.


Biz yirmi yedi gün boyunca günde 4 - 5 tüp kan verdik orada. Özgür 14 aylıktı, yattığımızda yürüyor, konuşuyordu, çıktığımızda tam dört ay küstü bize ...


Sadece kan vermiyorduk tabii. Göz dibi taramasına yolladılar bizi, gözlerine ışığa maruz kaldığında kapanmaması için, göz bebeğini uyuşturan bir damla damlattılar yarım saat bekledik. Yarım saat sonunda bir asistan doktor içerde on, onbeş koltuğun bulunduğu muayene salonuna aldı bizi, ve muayene eziyeti başladı. Yarı kör olmuş, ondört aylık bir çocuğu, dişçi koltuğuna benzer bir koltuğa oturtup, çenesini metal bir başlığa dayayıp, gözünü sonuna kadar açmasını ve sorun çıkarmamasını isteyebilir misiniz??? Asistan istedi hatta ağlıyor diye sinir de yaptı ve sonunda müthiş buluşunu raporuna yazdı, imzalayıp bizi yolladı...


"Göz dibinde japon bayrağı bulgusu görülmüştür..." Kağıdı ben aldım GÖZ bölümünden koğuşa çıkana kadar beynimi yedim durdum " japon bayrağı görünümü" neydi ki???


Yorgunluktan uyuya kalmış Özgür'ü beşiğine neredeyse atıp bizi yatıran doktoru bulduk. İlk tepkisi "Yok canım!" oldu... Adamın yüzü kararmıştı bize farkını ödeyebilirsek göz bölümünde prof.'lardan birine daha göstermemizi söyledi. Bana yeterli gelmemişti bu açıklama ısrar edince bu hastalığın çok nadir görüldüğünü, hastanın hiç bir işlevini yerine getiremediğini, en fazla iki yıl yaşadığını söyledi. Sakin olmaya çalışarak " tamam hemen profesör bulmalıyız! " dedim. Profesörden ertesi gün öğleden sonraya randevu alabildik. Eşimin oradan oraya çaresizce koşturup durduğunu hatırlıyorum. Özel hastanelerde öyle olmaz halbuki, röntgen cihazı bile odaya getirilebilir - getirildi de bir kaç sefer Özgür için - peki nedir fark???


Özel hastaneye yatabilen hastanın canı daha mı kıymetli? 


O asistanı hiç affedemedim kendi içimde, şikayette bulunmadım kesinlikle ama emin olmadığı bir şeyi sırf hastadan kurtulabilmek için yazıp yollamıştı kağıda işte. Sonradan öğrendiğimiz öyle bir vaka ile doktorluk hayatı boyunca şanslıysa ( şanslıysa???) bir kere karşılaşabilirmiş. Bunu söyleyen de hastanenin prof.'larından biriydi. Neyse japon bayrağı falan yok dedi, sevdi biraz Özgür'ü, gönderdi bizi koğuşumuza...

Hiç yorum yok: