24 Tem 2010

KONUK YAZAR

Bu öyle bir şey ki -yani böyle bir durumla mücadele ediyor olmak!- asla ve asla "sonra yaparım" deme lüksünüz yok. "Bir şekilde hallederim elbet" diyemezsiniz. Hesabınızı mutlaka tam ve kesin bir doğruluk içinde yapmalısınız. Daha sonra düzeltemezsiniz Gerekli gereksiz bir çok insanın "sen o musun abi" diye tanıdığı bir ülkede tanınırlığınız da işe yaramaz. Her işi zamanında yapmalısınız, her işi doğru yapmalısınız, yoksa yanarsınız.... Ben geçenlerde bir gün (BİR GÜN - BİR TEK GÜN) erteledim, yarın hallederim dedim ve neler oldu neler:)))


Kızımız (ev sahibi yazarımız henüz oralara gelmedi daha -gelemedi henüz ve daha çok var gelmesine-) şu an beş değişik ilaç kullanıyor. Bu ilaçlardan ikisi her hangi bir eczaneye girip parasını vererek alabileceğiniz ilaçlar (biz bunları yazdırarak alıyoruz, çünkü böylece %20'sini ödüyoruz ki inanın ciddi bir fark bu, hele onca yıldan sonra. İki ilacımız ise Sağlık Bakanlığı tarafından (nedendir bilmem) ruhsatlandırılmadığı için "kaçak" olarak satılan -ama tüm devlet ve üniversite hastanelerinin doktorları tarafından çatır çatır yazılan  ilaçlar (Yine bir parantez - bitmez bu parantezler çünkü çok karışık işler bu işler, yeterince anlaşılır ve açıklayıcı olabilmek için sık sık açıyorum bu parantezleri ve açacağım da- Bu ilaçları yurt dışından burada satılan fiyatın dörtte birine getirtebiliyorsunuz eğer gerekli bağlantıları sağlayabilirseniz, sağlayamazsanız eğer buradaki satıcılar tarafından "biz de ekmek parasındayız be abi" acındırmaları, "kazandığımız üç kuruş bir şey be kardeşim, bakma hayrına yapıyoruz" tehditleri eşliğinde içiniz sızlaya sızlaya soyulmaktan başka çareniz yok! Unutmuşum, kapa parantez) Son ilacımız ise "Yeşil Reçete" ile satılan bir ilaç. "Yeşil Reçete de ne?" diyenler için anlatayım. Uyuşturucu ilaç kapsamına giren ilaçları ancak ve ancak bu özel reçete ile alabilirsiniz. Ve bu reçete öyle her hastanede ve her doktor tarafından yazılabilen bir reçete değildir (Bu ayrı bir yazı konusu olabilir). Reçete yazdırıp sadece %20'sini ödeyerek aldığınız ilaçları da öyle her kafanıza estiğinde alamazsınız. Çünkü yüce devletimizin sosyal güvenlik sisteminde reçetenize doktorun yazdığı doz görünür, yani doktorunuz size "sabah iki tane, akşam da bir tane alacak bu haptan" demişse bu günde üç hap demektir ve bir kutuda altmış hapın olduğu bir ilacı 60/3=20 günden önce alamazsınız. Ayrıca "Yedek reçete yazdırayım bari" de diyemezsiniz. Çünkü reçetelerin geçerlilik süresi sadece üç gündür. Çok mu karıştırdım? Daha iyi anlatabilmek için...


Neyse, gelelim maceramıza...


Ofisteyim. Yeşil reçeteli ilacımızın  akşam verilmesi gereken dozunun olmadığını biliyorum. Ama bu ilacı yarım yarım verdiğimiz için, ilacı bölmeye çalışırken bazen tuz buz olan bir yarısını çöpe atmak zorunda kalmamız yüzünden  -ki bu doktorlar ya da sosyal güvenlik sistemimiz tarafından asla kabul edilemeyecek ve tolore edilemeyecek bir hata olarak görülmektedir - oluşan açığımız nedeniyle reçete yazdırabilecek günümüz henüz gelmediğinden, evimizin yakınında olan ve beni tanıyan (televizyondan değil, bir çok ilacı oradan alan bir müşteri olarak) eczaneden alma düşüncesi ile çıkıyorum ofisten. Bir otobüs ve bir minibüsle eve ulaşıyorum. Eczaneye girip durumu izah ediyorum. Eczacı bu ilacı asla vermeyeceğini söylüyor. Beni tanıdıklarını hatırlatıyorum. Durumun aciliyetini hatırlatıyorum. Reçetesini ertesi gün diğer ilaçların reçetesiyle getireceğimi söylüyorum (çünkü ben daha önce aynı eczaneden iki kutu ilacı parasını vererek almış ve reçete getirdiğimde %20'lik kesintiden sonra kalan paramı alabileceğim konusunda eczacı ile anlaşmıştım) ama eczane sahibi bu ilaç için hiç bir şey yapamayacağını söylüyor. Çünkü hiç bir işi gücü olmayan Devletimizin Sağlık Bakanlığı müfettişlerinin ani bir baskınla eczaneye gelip stoklarında görünen bu yeşil reçeteli ilacı orada göremedikleri takdirde pat diye ruhsatlarını iptal edebileceğini söylüyor. Ona bir yol danışıyorum. Beni hemen karşıdaki  özel hastaneye yönlendiriyor. "Bu saatte ancak özel hastanelerde yazdırabilirsiniz reçeteyi" diyor, çünkü saat 19:00'u geçiyor, eczanelerin kapanmasına da yarım saatten az var. Hemen karşıdaki özel hastaneye gidip çocuk doktoru soruyorum, çocuk doktorunun henüz gelmediğini söylüyorlar, ama telaş etmememi çünkü az sonra nöbetçi doktorun orada olacağını söylüyorlar. Ben de onlara hastanede yeşil reçete olup olmadığını soruyorum, direk ve hiç düşünmeden olmadığını söylüyorlar. Biraz yukarıda bir başka özel hastane daha var koşturarak oraya gidiyorum.

Yolda aklıma yakın bir semtte muayenehane-hastane karışımı bir mekanı(!) olan bir abimiz geliyor. Telefon edip yardım etmesini istiyorum. Ama o da çaresiz bu durum karşısında. Zaten zor bulunur bir ilacı HELE de bu saatten sonra HELE de bu civarda  HELE de reçetesiz almanın imkansızlığını bir de ondan dinleyip kapatıyorum telefonu. Giriyorum ikinci (ÖZEL) hastaneye. Önce çocuk doktoru soruyorum. Çocuk doktoru lobide arkadaşıyla sohbet ediyor. Cebimde Özgür'ün o ilacı kullandığını gösterir raporla doktorun huzuruna çıkıp (evet, öyle de bir raporumuz var) bana gerekli olan o yeşil reçeteyi yazıp yazamayacağını soruyorum. Yazabileceğini ama önce kayıt yaptırmam gerektiğini yani sanki muayene oluyormuşum gibi ücret yatırmam gerektiğini söylüyor. Sonra da karşıdaki eczaneye gidip "üç nüshalı reçete" ile alıp alamayacağımı sormamı istiyor. ilk kez duyduğum bu terimi tekrarlaya tekrarlaya giriyorum eczaneye ve durumu özetlemeye başlıyorum. Ama eczacı ZATEN ilacın elinde olmadığını, ZATEN "üç nüshalı reçete"yi ilk kez duyduğunu, eğer yeşil reçetem yoksa bu ilacı alamayacağımı söylüyor ve ZATEN birazdan kapatacağını şansımı nöbetçi eczanede denememi söylüyor. Çıkıyorum oradan ve hemen yandaki eczaneye giriyorum. Doğrudan ilacın ellerinde olup olmadığını soruyorum. O lanetli ismi duyan eczane personeli yüzüme bile bakmadan olmadığını söylüyor ve ikinci bir soruya izin vermemek için diğer personele sigortaları kapatmasını söylüyor. Kibarca kovuluyorum yani.

Nöbetçi eczane ilk gittiğim eczaneye çok yakın. Koşturuyorum oraya... Ama önce ilk gittiğim eczaneye gidip şansımı bir daha deniyor ve boyumun ölçüsünü alıp çıkıyorum oradan. Nöbetçi eczaneye gidiyorum koştura koştura yapış yapış temmuz akşamında. İçeri soluk soluğa girip durumu özetliyorum ve ilacı istemeyip (taktik değişikliği) ne yapabileceğimi soruyorum. Beni sabırla dinleyen eczacı bana acımak yerine akıl vermeyi tercih ediyor. Çocuğun takip edildiği hastaneye gitmemi salık veriyor. Peki deyip çıkıyorum oradan. Biniyorum otobüse. Gidiyorum Özgür'ün takip edildiği üniversite hastanesine. Normalde her zaman gittiğimiz servise gidiyorum. Nöbetçi doktoru buluyorum. Durumu (yine) özetliyorum. Reçetesinin olmadığını söylüyor! Efendim? Reçetesi yokmuş. Peki ne yapacağız. Acile gidecekmişiz. Peki deyip fırlıyorum acile doğru. Dalıyorum bir kapıdan içeri. Nöroloji yazan bir kapı göremeyince soruyorum bir görevliye. Nörolojinin karşı binada olduğunu öğrenip bir gayret oraya koşturuyorum. "Nöroloji nerede?" "Koridorun sonunda sağda." Evet, tam da dediği yerde bir nöroloji tabelası var ama ortalıkta bir nörolog yok. Bekliyorum bir süre. GELEN GİDEN yok. Daha doğrusu GELEN hastalar, beklemekten sıkılıp GİDEN hastalar var ama hareket halinde bir doktor yok ortalarda. Saate bakıyorum. Çocuğun ilaç saati gelmek üzere. Vermezsek ne olur? Nöbet geçirmeye başlar. Önce bir tane, sonra bir tane daha ve belki bir tane daha. Neden? Çünkü sorumsuz davranıp ilaçlarını vaktinde sağlamamışım. Telaş iyice sarıyor. Beklerken oranın yetişkin acili olduğu, aynı hastane içinde bir de çocuk acil servisi olduğu geliyor aklıma. (Orayı da anlatacaktır blogun gerçek sahibi sırası geldiğinde). Bir ümit koşturuyorum oraya. Hoppalaaa! Orada da yok bir doktor. Nerede bu doktorlar? Bir sigara içiyorum kapıda, gözüm doktorlarda, ansızın gelesi tutuyor genç doktor arkadaşların. Dalıyorum odalarına, durumu ÖZETliyorum :). O da hiç bir şey yapamayacağını, yeşil reçetesini olmadığını söylüyor. Ona da akıl danışıyorum, ertesi gün gelmemi söylüyor, Özgür'ün benim eşşekliğim yüzünden bir sürü nöbet geçirebileceğini söylüyorum, cezalandırıcı gibi yapabilecek bir şeyi olmadığını, şansımı yetişkin acilde deneyebileceğimi söylüyor.

Tekrar ilk yere gidiyorum Nöroloji tabelasının altında  bir nörolog var bu sefer. Dalıyorum içeriye ve bir kaç hafta önce her zamanki servisimizde reçete yazdırdığım doktorla karşılaşıyorum. Seviniyorum saf saf. Bir de üstüne beni görür görmez "Hayırdır?" deyip ilgisini içerideki hastadan bana yöneltince "Ohh, tamam bu iş!" diyorum. Henüz bilmiyorum halt yediğimi... Durumu ÖZET'liyorum yine ve yeniden. "Tühh!" diyor... Tühh? Nasıl yani? Yeşil reçete yokmuş onda da. Yahu CERN'deki deney bu kadar sıkıntılı olmamıştır herhalde. Rumelihisarı'nda bir bakkal da değilim ki ben. Ülkenin en büyük üniversite hastanelerinden birindeyim ve en yetkili üç birimde de yok bu lanet. Yahu direk esrar arasam, kokain ya da , ya da kalaşnikof ne bileyim buna benzer manyak bir şey vallahide bulmuştum şimdiye billahi de. Gel gör ki cebimde rapor var, tüm eczanelerin bilgisayarında Özgür'ün bu ilacı hangi dozda ve ne kadar kullandığını gösteren kayıtlar var ama ben ilacı alamıyorum. Çünkü yeşil reçete yok!!!. Doktora "Bari, diyorum, acil servisin eczanesine sorsanız, hiç olmazsa Özgür'e gerekli sabah ve akşam dozlarını verseler?" Tamam diyor, telefon ediyor eczaneye. "Yaaa!, diyor, yok mu?" Son bir çırpınışla bir kağıda elinde bu saatte yeşil reçetesi olmadığını, ama sabah bu reçeteyi yazabileceğini, şimdilik bu ilacı reçetesiz verip veremeyeceklerini soran bir yazı istiyorum. Kırmıyor beni (O saatte koca hastanenin ilgili birimine gidip, güvenliği bulup, dolabın anahtarını buldurup, lazım olan tutanağı tutturup bir nüsha yeşil reçete almaktan daha kolay olduğu için elbette) ve memnuniyetle yazıyor yazıyı.Kaşesini bile basıyor o kutsal evrağa.

Çıkıyorum dışarı. Evi arıyorum. Halledemediğimi söylüyorum. Sonra yakınlardaki  bir başka büyük devlet hastanesinin karşısında olan nöbetçi eczaneye gidip ilacı istiyorum direk. YOK diyorlar. Ben yine durumu ÖZET'liyorum. O da diğerleri gibi her hangi bir şey yapamayacağını söylüyor. Belki üçüncü hastanenin oradaki nöbetçi eczanenin  yardımcı olabileceğini söylüyor. Ve oraya doğru yola koyuluyorum. Ayaklarım yanıyor artık. Gömleğim sırtıma yapışmış. "Akılsız başımın cezasını ayaklarım çeksin, Özgür değil!" diyerek sürünüyorum oraya doğru. Bu arada ilaç saati geçti bile. Annesi elde olanları verdi Özgür'e ve yatıracak şimdi. Sonra belki (evet sadece belki- ama yine de belki) seri nöbetler. Buluyorum o nöbetçi eczaneyi. Elimde Özgür'ün raporu, doktorun yazdığı rica reçetesi ve umutsuzluğum ve alamam korkumla giriyorum içeri. Girdiğime de pişman oluyorum. Adamın bana siktir demediği kalıyor. "Babam gelse vermem!" kibar salvosunu da terslemesinin sonuna ekliyor ve beni ensemden tutmadan , sadece onu yapmadan, atıyor dışarı...

Aklımda son çare evimin oradaki nöbetçi eczaneye gidip her yolu denememe rağmen bir yeşil reçeteye ulaşamadığımı söyleyip ona yalvarmak var. Evet, yalvarmak! Bir çok durumda bir çok insana yalvardık daha önce. Gerekli olduğuna inandığımız testleri yaptırabilmek için bazen, bazen hastaneye yatırabilmek, bazen eve götürebilmek için. Kimi zaman ilacını kesebilmek başka bir zaman da ilaç verebilmek için yalvardık. Şimdi de bir kutu ilaç için yalvarmak zorundayım. Otobüs durağına gidiyorum, evi arayıp halledemediğimi söylüyorum. Aklımdaki son yolu söylüyorum. Eşim bir de hemen önünde otobüs beklediğim hastanede görevli olan -Özgür'ün ilk doktoru aynı zamanda- ismi arayıp yardımcı olmasını istememi öneriyor. Umutsuzca oraya gidiyorum. Nöroloji acil denen yere gidip güvenliğe doktoru soruyorum. Neden diye soran güvenliğe durumu izah edince, "güvenlik bey"in aradığım doktorun orada olmadığını zaten olsa da bu saatte ne onun ne de şu an nöbette olan doktorlardan herhangi birinin yardımcı olamayacağını düşündüğünü öğreniyorum. En sonunda doktoru cebinden arıyorum gecenin o saatinde. Açıyor! :)) Hemen durumu ÖZETliyorum yeniden ve son kez olmasını umarak. Bana orada olan doktorlardan herhangi birinin kendisini aramasını istememi söylüyor. Bulduğum ilk doktor çok meşgul olduğunu söylüyor. İkincisi aramaya ikna oluyor. Ben arayıp veriyorum hemen. konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor... TAMAM sihirli sözcüğü dökülüyor birden o mübarek doktorun ağzından. Kapıyor telefonu ve "yeşil reçete" arıyor serviste. Ama "yeşil reçete" hazretleri o gece ortaya çıkmamaya yeminli sanki. koca servisin acilinde bulunamıyor  o kutsal kağıt. En sonunda bir kaç telefon edip kendisinin acili bırakamayacağını benim bir zahmet dördüncü kattaki yatan hasta servisinden bizzat gidip almamı rica ediyor. Rica ne demek! Seve seve, koşa koşa... Biniyorum asansöre. Gidiyorum yatan hasta servisine. Asansörden çıkar çıkmaz -eşimin daha önce anlattığı- Özgür'ün bir aya yakın konakladığı "o yer"e geliyorum. Gelmez olaydım. hep kapalı tutulan kapısını büyük bir gerginlikle itip açıyorum. Çok sessiz, bir an o günlere gidiyorum, koşturmalar, heyecanlar, tahliller... içerideki nöbetçi doktor sesleniyor bana. "Evet, diyorum, ben alacağım yeşil reçeteyi." Ve ne oluyor biliyor musunuz. Hemşire ile birlikte katın altını üstüne getirmelerine rağmen orada da bulamıyorlar :))) Ve bir mucize gerçekleşiyor o anda. Katın sorumlu hemşiresi oradaki hastaların birisinden bir tablet ödünç vermeyi teklif ediyor. Bitti. Elimde artık. Ertesi gün tekrar oraya gidip, reçeteyi yazdırıp, eczaneden ilacı alıp, tekrar oraya dönüp bir tablet borcumu ödeyeceğim. Öderim. Bitti. Elimde artık ilaç. Özgür belki nöbet geçirmeyecek bu gece (evet sadece belki - ama BELKİ). Eve gidebilirim... Gidiyorum...




Sahi kaç para bu ilaç biliyor musunuz?
1 TL

Hiç yorum yok: